TADINDA…

By on 25 Temmuz 2013

Yoğun bir günün ardından dönerken evime, yolumun üstündeki kırtasiye dükkânına uğradım, çeşit çeşit akrilik boyalar aldım, boy boy tualler… Kendimi iş hayatının stres, sıkıntı ve daralmışlığından azıcık öteleyebilirim ve belki bulurum bir boş zaman da, resimler yaparım diyordum uzun süredir…

Boyalarım, tuallerim ve henüz gıcır gıcır samur fırçalarımla mutluydum o an… Çok zaman sonra belki bu denli; Gözlerimi çakmak çakmak eden bir başka hadise yaşamamıştım… Evime gelmiştim, yorgundum… Kahvemi yudumlarken  penceremin önündeki tekli koltukta…Cilvesiyle, nazıyla, endamı ile gelmişti, karşıma geçip kurulmuştu…

– “Merhaba” dedi…

– “Ben  pembe…”

Sonra ben sormadan o anlatmaya başladı; Neden kıpır kıpır? Nasıl böyle yeni açmış gül gibi diri? Niçin böyle heyecanlı?

– Maviye özlemim vardı… Genç kızlığımın beyaz atlı prensi, yağız delikanlısı, bey kızının yüreğini sızlatan gözlerin rengiydi… Bazen berrak bir gökyüzü, bazen çarşaf gibi bir deniz, bazen bir azgın okyanus…

Pembenin hayalinde tanışmışlar kızıl bir akşam üzeri, gölgesini görmüş evvela, sonra kendisini… Ve mavi, pembe hayallerini anlatmaya başlamış pembecağıza; Delikanlı çağlarındaki… Ercesine, erkekçesine kaytan bıyıklı günlerinin ertesinde, pembe hayallerinin pembemsi gerçekliğe dönüşmesine, kimi zaman şükretmiş, kimi zaman sabretmiş… Pembe için dağları delebileceğinden bahsetmiş, çölleri aşabileceğinden… Onun; Pembenin özlemi ile uykusuz geçen saatlerden bahsetmiş… Günlerden bahsetmiş… Gecelerden bahsetmiş… Pembeyi her gördüğünde beyaz kozayı yırtıp alelacele dışarı çıkma telaşındaki ipek böceğine nasıl da benzediğini, adının her geçtiği ortamda yedi kandilli süreyya gibi ne denli uzaklaştığını oradan ve gülümsediğinde kendisine nasıl muzaffer komutan edasına büründüğünü ballandıra ballandıra anlatmış…

Pembe bu… Zaten nazenin, yumuşak, nahifken; mavinin kendisini böyle görmesine, böyle bakmasına tepkisiz kalabilir miydi ki? Kalamazdı, kalmadı… Kalmayacak dünya döndükçe… Pembe ve Mavi, karar alırlar günlerden birgün…

Derler ki;

“Hastalıkta, sağlıkta… İyi günde , kötü günde… Hep bir ve birlikte olalım, birbirimize destek olalım, asla birbirimizi bırakmayalım…”

Söz verirler gökkuşağının diğer renkleri huzurunda evvela kendilerine, sonra en yakın bildiklerine… koyu mavi, açık mavi ve tabii açık pembe, koyu pembeye… Bu birlikteliğin sonrasında, günlerden bir gün… Dokuz ay on gün sonra pembe ve mavinin nurtopu gibi morlukları olur… Hayatın manasıdır artık onlar için mor, azcık telaşta, azcık utanmışlıkta hep morun saflığını bulurlar kendilerinde…

Pembe – Mavi – Mor ,

Sen – Ben – Geleceğimiz.

İlk yazıda böyle mi olmalıydı serzenişleriniz kulaklarımı tırmalar ve hikâyemi burada noktalarken gelecek dönemlerde ben – siz tekrar buluşacağız…

Görelim Mevla neyler, hangi mevzularda buluşuruz.

Kalın sağlıcakla…

Hüseyin Güngör Aytan

twitter.com/@HGADIR

About Hakan Alkan

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir