- Hyundai’den Yenilikçi Bir Elektrikli SUV Mobilitesi: IONIQ 9
- Volkswagen’in Şehirli Elektriklisi ID.4 Satışa Sunuldu
- PEUGEOT, 7 Koltuklu SUV Modeli 5008 ve E-5008’i Türkiye’de Satışa Sundu
- İş Dünyasındaki Kadınların Başarılarına Yeni Bir Rol Model; “Didem Aras’ın Başarılarla Dolu Yolculuğu”
- BYD Türkiye, Altı Modelle Heyecan Verici Yeni Dönemini Başlatıyor
- Koçaslanlar, Elektrikli Araç Şarj İstasyonu Sektörüne Güçlü Bir Giriş Yapıyor
- Otokar Pick-up Pazarına Foton Tunland İle Güçlü Bir Giriş Yapıyor
- IONIQ 5 N Türkiye’de
- Petrol Ofisi Maxima 2024 Türkiye Ralli Şampiyonası’nın Kazananı 18 Yaşındaki Pilot Kerem Kazaz Oldu
- OYDER Otomotiv Kongresi 5 Yıl Aranın Ardından Düzenlendi
NÜKLEERE NEDEN EVET?
Son söyleyeceğimizi en baştan söyleyelim. Türkiye`de nükleer santrale evet!
Şimdi bunu biraz açalım. Önce herkesin merak ettiği güvenlik ilkesinden başlayalım.
Geçen yazımızda nükleer kazaların kısa tarihine değinmiş, Türkiye`nin ilk nükleer santrali olacak Akkuyu Nükleer Güç Santrali Projesi`nin durumuna da kısaca yer vermiştik.
Özetle, Akkuyu, Fukuşima gibi tsunami riskiyle karşı karşıya değil. Depreme dayanıklılık ise bugüne kadar geliştirilmiş nükleer santraller arasında en yüksek seviyede. Tesisler 8 şiddetinde depreme dayanıklı, 9 şiddetindeki depremde ise güvenli bir şekilde kendi kendini devre dışı bırakabilecek nitelikte…
Yukarıda ve önceki makalelerimizde bahsi geçen kazalar, riskler ve bunların hukuki sonuçlarına ek olarak değinmekte yarar gördüğümüz matematiksel bir de bilgi verelim.
Örneğin 1000 MWe enerji üretimi için termik kömür santrallerinde 2 milyon ton, termik petrol santrallerinde 1 milyon ton, nükleer santrallerde ise 25 ton yakıt gerektiği bilinmeli.
Yani milyon ton petrol veya 2 milyon ton kömür ile 25 ton nükleerden üretilen elektrik enerjisi hemen hemen aynı.
Bu yakıtların elde edilme masrafları ve madeni kazıların ne kadar yüksek can güvenliği riski oluşturduğunu göz önünde bulundurursak nükleer santrallerin avantajı açık ve net bir şekilde ortadadır.
Nükleer enerji üretiminin dışa bağımlılığa ve çevreye etkilerine gelirsek…
Türkiye’nin enerji ihtiyacında ciddi bir dışa bağımlılık var. Petrol ve doğalgazdaki dış bağımlılık nükleer enerji üretimine geçmemizin gerektiğini ortaya koyuyor.
Şimdi dışa bağımlılıksa bu nükleerde de yok mu diye bir soru akla gelebilir. Petrol ve doğalgazdaki dışa bağımlılık “al ya da öde” sözleşmeleri ile uzun yıllar ülkemizi yükümlülük altına sokmakta. Yani ister al ister alma, sözleşmeyi imzaladığın anda ülke yıllarca onun parasının ödenmesi yükümlülüğü altına giriyor.
Nükleerdeki dışa bağımlılık ise doğalgazdakinden çok daha farklı… Öncelikle Türkiye yerli nükleer mühendis yetiştirmeye büyük önem veriyor. Akkuyu NGS firmasının Türkiye ile imzaladığı anlaşmadaki yükümlülüklerden biri de Türk öğrencileri Rusya’ya götürerek onları bu alanda yetiştirip yeterli seviyeye getirme mecburiyeti. Türkiye’den Rusya’ya nükleer eğitim için öğrenci götürülmesi Rus firmanın tercihi değil, Türkiye’nin talebinin bir sonucudur. Türkiye’nin bu yöndeki ısrarı, Ankara’nın nükleer enerji alanındaki dışa bağımlılığı azaltma politikasının bir yansımasıdır.
Elbette Türkiye için tek sorun enerjideki dış bağımlılık değil. Akkuyu’nun artık bir zorunluluk olduğunu gösteren başka birçok neden de var. Bunlardan birkaçına özetle değinmek istiyorum.
Öncelikle, Türkiye`nin artan ve daha da artması beklenen enerji ihtiyacını ele alalım. Türkiye, gelişen bir ekonomiye, büyük bir nüfusa ve sayısı hızla artan sanayi tesislerine sahip. Ülkenin toplam enerji ihtiyacı her yıl ortalama yüzde 7-8 civarında artıyor. İhtiyaç ortadayken, buna cevap verecek üretim altyapısı henüz yok.
Eldeki elektrik üretim tesisleri mevcut ihtiyacı karşılamaya yeterli görünse de, bunların önemli kısmı eski teknolojiye dayalı verimsiz santrallerden oluşuyor. Kaldı ki yukarıda da değindiğimiz gibi, ülkenin elektrik ihtiyacı her geçen gün daha da artacak.
TPAO`nun Karadeniz`deki petrol arama çalışmalarından da elde edilmiş somut bir kazanımımız bulunmuyor. Yenilenebilir enerji kaynakları ise şu an için enerji sorunumuzu tamamen çözecek kapasitede değil. Gerçekten de ülkenin coğrafi şartları rüzgâr, güneş, hidro ve jeotermal enerji üretimine uygun olsa da, bu kaynaklardan yapılan üretim dışa bağımlılığı tamamen çözmeyecek, sadece enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesinde önemli katkı sağlayabilecek.
Bu noktada, hazır bir teknoloji olan ve geliştirilme aşaması tamamlanmış nükleer enerjiyle bir nükleer santralden yüksek rakamlarda elektrik enerjisi elde edilebilecek. Ülkemizin enerji ihtiyacının önemli bir bölümü kurulacak nükleer santral ya da santrallerden sağlanabilecek.
İkinci olarak bir elektrik üretme yöntemi olarak nükleerin çevreye zararı çok az. Nükleer enerji üretimi kömür, doğal gaz veya petrol kullanarak elektrik üreten teknolojilere göre çok daha düşük miktarda karbondioksit salınımına neden oluyor. Nükleer enerji üretimi, SO2 ve NOx emisyonuna ve atık kül üretimine yol açmıyor.
Üçüncü olarak da küresel ısınma gerçeğine karşı nükleer enerji birçok otorite tarafından etkili bir çözüm olarak görülüyor. Nükleer enerji santrallerinin sera gazı emisyonları daha az olduğundan küresel ısınmayı hızlandırıcı etkileri daha düşük.
Ve son birkaç not daha…
Patrick Moore, Bruna Comby ve James Lovelock gibi yeşil hareketin bazı öncüleri nükleer enerjiyi dünyayı küresel ısınmadan ve kirlenmeden kurtarabilecek bir enerji üretim metodu olarak gösteriyor.
Reaktörler düzgün kurulduğu, toksik atıklar düzenli bir şekilde imha edildiği ve kontrolleri yapılarak işletildiği takdirde nükleer enerji santrallerinin çevreye neredeyse hiç bir zararı yok.
Avukat Abide GÜLEL- Enerji Günlüğü Yazarı
FIA Onaylı Co Pilot
e-Posta: agulel@gulelhukuk.com
0 comments